Transfer döneminde Galatasaray ani bir hamleyle Keita’yı elden çıkarırken daha sonraları bunun sezon sonu toplantısında alınan bir karar olduğu ortaya çıkmıştı. Ee haliyle ortaya mantıklı sebepler konuldu ve birçoğumuz onu arayacağımızı bilsek de olumlu baktık bu hamleye. Disiplinsiz olması ve 9 Milyon Euro gibi bir transfer getirisinin olması başlıca olumlu taraflarıydı olayın. Ayrıca en öne çıkan yönleri olan hızı ve atletik yapısı da yaşı gereği bir iki sene içerisinde etkisini yitirecekti. Sonrasında ise vedayı kabullenmiş, Keita da Katar’ın yolunu tutmuşken; onun yerine gelecek ismi merakla beklemeye başlamıştık. Beklentiler büyüktü zira elde para da vardı zaman da… Zira çok zaman geçmeden isim belli olmuştu da:
Juan Pablo Pino… Müthiş gelecek vaat edip sonunu getiremeyen bir isim daha yani… Üstelik 3 Milyon Euro gibi azımsanmayacak bir paraya bu riski almıştı Galatasaray… Doğru mu yaptı yoksa yanlış bir hamle mi oldu bu, bunu konuşmak için henüz erken, bekleyeceğiz görmek için ama Pino’yu önceden tanıdığımız kadarıyla ve de Galatasaray’da oynadığı maçlardan edindiğimiz izlenim ışığında Keita ile kıyaslayabiliriz sanırım.
İlk olarak söylemek gerekir ki, Keita gününde olduğu vakit oyunu tek başına forse edebilen, takımını rakibi karşısında 3–4 farklı galibiyetlere götürebilen bir oyuncuydu. Hızlıydı, atletikti, teknikti ve bir o kadar da güçlüydü. Süperlig’de hiçbir sol kanat oyuncusu yoktur ki Keita’dan çekinmiyorum diyebilsin. Ama Pino’dan çekinmiyorum diyen çıkar mı? Çıkar… Peki neden?
Öncelikle bu güzel saçlı, ismi güzel delikanlının en büyük özelliği hızı ve tekniği. Topla da topsuz da feci hızlı kerata. Top tekniği ve bilek hâkimiyeti Keita kadar olmasa da azımsanmayacak kalitede. Ama Keita’dan ayrılan en büyük tarafı, dışa bağımlı olması. Şöyle ki; Keita berbat oynanılan bir maçta bile topu alıp önündeki milyon tane oyuncuya rağmen sıfıra inip arkadaşını boş pozisyona sokabilecek yapıda bir oyuncu. Ayağına topu yapıştırıp, tıpkı bir kartopu gibi her geçtiği adamda daha da güçlenerek ilerliyor, yıkılmıyordu. Ama Keita bu özelliğini her maçta kullanmaya çalışıp bazı zamanlarda da beceremeyince çekilmez gelebiliyordu. Pino’da ise bu yok öncelikle. Yani takıma ve sisteme daha çok bağlanan, bağlanması gereken bir oyuncu o. Durup dururken topu alıp 3–4 rakibi ekarte edemez, Misimovic’den, Arda’dan gelecek arapasına bakar Pino. Sabri’nin onu kaçırmasına, arkaya sarkıtmasına bakar Pino. Sonrasında ise yapılması gerekeni layıkıyla yapar. Dedik ya baştan, iyi oyuncu… Ama işte sisteme bu kadar dahil olması onu Keita kadar korkutucu, çekinilecek bir oyuncu yapmıyor. Takım kötüyken Pino da kötü olur yani. Dolayısıyla da Keita için ‘’iyi oyuncu yani adam, zor oyuncu’’ diyen İbrahim Üzülmez aynı şeyi Pino için ne kadar söyler bilemiyorum. Ama Keita gitti Pino geldi, olumlu-olumsuz ne değişti derseniz:
Olumlu Olarak;
# Sisteme ve takım oyununa daha bağlı.
# Yaşı daha genç hatta çok genç olduğu için öğrenmeye ve geliştirilmeye daha eğilimli.
# Gelecek vadeden oyuncu kadroda her zaman iyidir. Oynatırsın fayda sağlarsın, satarsın para kazanırsın vs vs…
# Yedek kaldığında küsmez.
# Disiplinsiz davranışlarda bulunmaktan kaçınır.
# Parıldayıp, maddi manevi büyük katkılarda bulanabilir.
Olumsuz Olarak;
# Rakibi daha az tehdit eden bir oyuncu olur Keita’ya göre.
# Takım kötü giderken insiyatif almakta yetersiz kalabilir.
# Sakatlık dedikoduları doğru çıkabilir.
# Hayal kırıklığı yaratan bir Wonderkid olarak geride kalabilir..
Son olarak Pino’yu hala beğenmeyen, Keita’yı arayanlar için bir tavsiyede bulunmak istiyorum, o da sabretmek. Lakin iyi bir Misimovic, formda bir ortasaha ve Arda Turan’la çok daha harika işler yapabilecektir, beklemek lazım...