Keblinger

Keblinger

Biri bir şey demiş:

Artık eş zamanlı olarak buradayım:

http://jesusyavuz.tumblr.com


(jesusyavuz)


Lig Tv'nin Transfer Politikası

| 26.7.10

Yazısız günleri yavaş yavaş geride bırakarak uzun zaman sonra ilk yazıyı giriyorum. Blogda olmadığım süre içerisinde pek önemli gelişmeler olmaması sevindirici olsa da kendi açımdan, yine de takımların hazırlık dönemlerini analiz edememek içimde bir burukluk yaratmıyor değil. Ama arzuluyum, bu açığı telafi etmeyi umuyorum kısa zamanda...

Beşiktaş Querasma ve Guti'yi, Fenerbahçe Stoch ve Dia'yı, Galatasaray da Pino ve Cana'yı alıp yeni avlarının peşinde dolaşırken, onlara bu imkanı tanıyan kaynağın en büyük destekçisi yayıncı kuruluşumuz Lig Tv de diğer dönemlerin aksine bir hayli hareketli bir transfer dönemi yaşıyor ve ben de bunu yazıya dökme gereği duydum, zira önemli bir gelişme bu...

Genelde takımlar oyuncu peşinde koşar ve bunlarla ilgilenen de LigTv olurdu. Ama bu seneden itibaren artık iş farklı boyutlarda. Bilindiği üzere bir önceki ihaleyi ikiye katlayarak 321 Milyon Dolar gibi bir para bayarak koltuğunu koruyan yayıncı kuruluş, verdiği paranın geri dönüşünü almak için bu defa işi çok daha sıkı tutuyor.  Öyle ki kendilerinden yana birçok konuda muzdarip olan bendenizi dahi şaşırtmaya başladılar. Her şeyden önce o eski tip stüdyolarını değiştirmeye karar vermeleri, maç yayınlarında kameraları daha iyi konuşlandırmak için çaba sarfetmeleri ve de ekran kadrosunu sözleri dikkate alınır, modern, yorumlarnda tarafsız, sevilen kişilerden oluşturma çabaları gerçekten takdire şayan. Yahu bıkmıştım eski teknik direktörlerden, futbolculardan. Bir insan iyi futbolcu ya da teknik direktör diye iyi yorumcu olacak diye bir şey yok ki. Hadi illa futbolun içinden gelen birilerini konuşturmak istiyorsan da ortada bunu becerebilecek 2-3 kişi var onları kazandırmaya çalış kadrona, bizi teknik analiz yapmak isterken teknik saçmalamalara giren insanlara katlanmak zorunda bırakma...

Efendim her yaz başında takımlarımızın kimleri alacağını konuştuğumuz kadar Rıdvan Dilmen'in Lig Tv'ye geçip geçmeyeceğini de konuşurduk. Zira yayıncı kuruluşumuzun dikkate alınır tek hamlesi bu olurdu yeni döneme yönelik. Ha teknik ve grafiksel yenilemelere gittiği dönemler de olmadı değil ama ben çoğu zaman vasat bir yayıncı kuruluş profili gözlemledim. Belki de benim beklentilerim fazla, bilemiyorum. Ama neyse ki bu sezon işler biraz daha farklılaşmış durumda. Artık Maraton'da Erman Toroğlu'nun yerine Markus Merk'i izleyecek olmamız bir yana Uğur Meleke, Haşmet Babaoğlu, Ali Ece, Caner Eler gibi yeni kuşak yorumcuların yine bu ekranda yer alması oldukça sevindirici gelişmeler. Tabi araya Sinan Engin'i de sıkıştırmayı ihmal etmemişler ama ona da katlanılmaz demiyorum, bakarız bir hal çaresine:) 


 

Bunların dışında geyiğini muhabbetini sevdiğim tiyatroculardan olan Önder Açıkbaş'ı da kadroya dahil etmeleri oldukça olumlu bir gelişme olmuş...Bir nevi Futbol-Mizah programı yapacak olan abimizin bizi bir hayli eğlendireceğini düşünüyorum kendi adıma.





Spor yayıncılığı bakımından NtvSpor'u tek geçerim efendim. Hani tarzı, rengi, anlayışı hep bir farklı güzel gelmiştir bana. İşte LigTv'de de bu yönde bir atılım seziyorum ve bu da beni sevindiriyor açıkcası. Yeni dönemde paralar arttı, takımların çehresi değişti, Anadolu kulüpleri bile şampiyonluğa oynayacak konuma geldi... Bakalım yayıncı kuruluşumuz kendini ne seviyeye çıkartabilecek merakla beklediğimiz şeylerden biri de bu oldu. Yeni adımlarını merakla bekliyorum, ama ilk defa iyi yoldalar sanki...

Günün Karikatürü #30 || MFÖ Duası

|
Yiğit Özgür...

Özür..

| 16.7.10
Efendim ani bir iş olayı çıkıverdi yumurtadan ve apar topar kusadasına gitmek zorunda kaldım. Dolayısıyla bu süre içinde de bloga uğrayamadım ama inanın ki içim içimi yedi. Hala adadayım ama bloga vakit ayırmayı umuyorum bu saatten sonra. Habersiz blogu başıboş bıraktığım için herkese özür borçluyum sanırım ve affınıza sığınıyorum... Görüşmek üzere...

Bir Şampiyonanın Öyküsü || Güney Afrika 2010

| 12.7.10


Bir aylık maratonun sonuna geldik sonunda efendim heyecan bitti, turnuvayı birçoklarının da favorisi olan İspanyollar kazandı ve altın jenerasyonlarının meyvelerini almaya devam ettiler bu turnuvada da. Belki de 2014'de bu kadar etkili bir İspanya izleyemeyeceğiz. Zira Xavi, İniesta, Villa gibi oyuncuların arkasından gelenler ne denli onların eksikliğini kapatabilecek ya da onlar ne derece şu anki tempolarını koruyabilecek bilemiyorum. İnanılır gibi değiller, hele şu Xavi ve İniesta. Enfesler hakikaten...

Turnuva başlangıcından beri herkesin ortak bir kanaati vardı. Kötü bir turnuva... Evet sahiden de kötü başladı. Oynanan futboldan tutun da, hakem hataları, vuvuzela sesi, organizasyondaki eksiklikler, Ömer Üründül falan derken hepimizde bir endişe oluştu ki; bu mu beklediğimiz turnuva, izlemem arkadaş ben bu maçları, ne bu ya hazırlık maçları izliyoruz sanki gibilerinden türlü türlü tepkiler ben  ve çevremdekilerde oluşmuştu ta ki turnuvada çeyrek final mücadeleleri başlayana kadar. Başı kötü olsa da finali güzel oldu turnuvanın, son maçlar hakikaten keyifliydi büyük oranda ve biz de bu heyecanı doya doya yaşadık her şeye rağmen... Şimdi turnuva süreci nasıl geçti biraz göz atalım...

Maçlar başlamadan başlıca favoriler Dunga'yla disipline olmuş Brezilya, Maradona'yla hava yakalamış Arjantin, akıl almaz derecede takım oyunu oynayan son Avrupa şampiyonu İspanya diye lanse edilirken, Ronaldo'lu Portekiz, kadrosunda gençleştirmeye giden Almanya, her turnuvada iş yapan ama sonunu getiremeyen Hollanda ve Capello'yla yeni bir ivme kazanan İngiltere ise plase olarak gösteriliyordu. Son finalistler İtalya ve Fransa ise favori gösterilmeseler de isimlerinden ötürü yine de ihtmal dışı edilmiyordu tabi. Ama Meksika-G.Afrika maçıyla başlıyan grup müsabakaları hepimize gösterdi ki yine sansasyonel ve süpriz sonuçlara gebe, ilginç bir tunuva bizi bekliyordu. Öyle de oldu. Mesela son finalistler Fransa ve İtalya averaj takımı olarak görülen Yeni Zelanda kadar bile puan alamayıp grup sonuncusu olarak evlerinin yolunu tuttular. Kaldı ki gruplardan çıkamayan Yeni Zelanda bile yenilgisiz bir turnuva çıkarıp birçoğumuzu şaşırttı ve de sempatisini kazandı. Bu Fransa-İtalya meselesini ve başarısızlıklarını ayrı olarak yazmak istiyorum, o vakit daha ayrıntılı konuşuruz diye umuyorum.


Avustralya'nın elenmesi dışında adil bir şekilde sonuçlanan grup maçları sonunda; Meksika, Uruguay, Arjantin, Güney Kore, ABD, İngiltere, Almanya, Gana, Hollanda, Japonya, Paraguay, Slovakya, Portekiz, Brezilya, İspanya ve Şili ikinci tura adını yazdıran takımlar oldular bilindiği üzere. Grup maçlarında en dikkat çeken olaylar ise, İspanya'nın ilk maçta kötü bir oyunla İsviçre'ye yenilmesi, Fransa takımında yaşanan takım içi huzursuzluklar, Yeni Zelanda'nın yenilgi almaması, ve Amerika kıtasından turnuvaya katılan 7 ülkeden 6'nın ( Honduras elendi sadece) gruplardan çıkması oldu. Özellikle son saydığım olay Afrika'da kupaya bir Amerika takımının ulaşacaği beklentilerini arttırdı. Ama tabi sonuç olarak sadece biri yarıfinale çıkabildi o ayrı.

İkinci turda ise Almanya'nın İngiltere'yi 4-1 gibi farklı bir sonuçla bozguna uğratması ve grubu İngiltere'nin üstünde tamamlayarak geldiği Gana karşısında favori gösterilen ABD'nin elenmesi beklenilen sonuçlar değildi ve birçoğumuz için süpriz oldu. İkinci turdaki bir diğer ayrıntı ise Brezilya'nın Şili'yi, Arjantin'in de Meksika'yı üçleyip evine göndermesi oldu. Zira şaşılacak sonuçlar değildi bunlar ama birçoğumuzun kafasındaki en büyük favori bu iki Güney Amerika devi oldu sonrasında. Ama tabi ilerleyen günler gösterecekti ki gümbür gümbür gelen bu iki takım yarı final yüzü bile göremeyecekti... Sonuç olarak çeyrek finale yükselen takımlar, Uruguay, Gana, Almanya, Arjantin, Hollanda, Paraguay, İspanya ve Brezilya oldu...

         Uruguay    2 - 1         Güney Kore
         ABD            1 - 2         Gana
         Almanya    4 - 1         İngiltere
         Arjantin    3 - 1         Meksika
         Hollanda    2 - 1         Slovakya
         Brezilya    3 - 0         Şili   
         Paraguay    5 - 3(p)         Japonya
         İspanya    1 - 0         Portekiz

Temmuz başı gibi başlayan çeyrek final ise turnuvanın asıl heyecanın başladığı nokta oldu. Özellikle  
Arjantin-Almanya ve Hollanda-Brezilya eşleşmeleri herkeste inanılmaz bir heyecan uyandırmış ve enfes bir futbol ziyafetine davetiye çıkarmıştı. Beklenildiği gibi de oldu. İlk yarısında berbat oynadığı maçta Brezilya karşısında yenik durumdan maçı lehine çevirmeyi başaran Hollanda ve Arjantin'i harika bir oyunla darmadağın edip dört farklı üstünlük sağlayan Almanya bu eşleşmeleri üstün tamamlayan takımlar oldular. Diğer maçlarda ise Paraguay karşısındaki İspanya beklenen futbolu oynamasa da adını üst tura yazdıran diğer takım olurken Afrika kıtasının tek temsilcisi durumunda olan Gana, Forlan'lı Uruguay'a trajik bir şekilde eleniyordu. 120 dakikası beraberlikle bitecekken 120+1'de kazandığı penaltı vuruşunu Gyan'la gole çeviremeyen Gana seri penaltılarda Uruguay'ın gerisinde kalıp Afrikayı Afrika'da öksüz bırakıyordu. Forlan'ın sırtladığı Uruguay ise Amerika kıtasının beklenmeyen temsilcisi olarak yoluna devam ediyordu...

         Hollanda    2 - 1         Brezilya
         Uruguay    5 - 3(p)         Gana
         Arjantin    0 - 4         Almanya
         Paraguay    0 - 1         İspanya

 Afrika'da şampiyonun belirlenmesine iki eşleşme kalmışken, Messi, Ronaldo,Rooney ve Kaka gibi turnuva öncesi çok şey beklenen yıldızlar şezlonglarında güneşlenme başlamıştı bile. Beklenen bir sonuç değildi elbet. Son iki yılda müthiş performanslar gösterip tüm dünyayı kendilerine hayran bırakan Messi ve Ronaldo ikilisi iz bırakamadan turnuvadan ayrılırken, geçtiğimiz sezon birçoklarına göre hayvani bir performans gösteren Rooney de beklentileri karşılayamayan en birinci oyuncu oldu belki de... Oysaki tunuvadan iki hafta önce kolu kırılmasına rağmen insan olmadığını kanıtlayıp maçlara yetişen Drogba bile fena bir oyun ortaya koymamıştı...

Velhasılı kelam 6 Temmuz günü ilk yarı final karşılaşmasında Uruguay ve Hollanda karşı karşıya geldiler. Forlan'ın yine akıl almaz bir golle sahne aldığı maçta, Robben & Sneijder ikilisine karşı koyamayan Uruguay final hayallerine veda eden ilk takım oldu. Ertesi günkü maçta ise İspanya ve Almanya karşı karşıya gelecekti. Birçoklarına göre erken final niteliği taşıyan maçta turnuva boyunca genç ve dinamik yapısını takım oyunuyla bütünleştirip fırtınalar estiren Almanya, 2008 Avrupa Şampiyonası finalinde olduğu gibi yine rakibine mağlup olmaktan kaçamadı ve 3.lük mücadelesinde Uruguay'ın rakibi oldu. Diğer tarafta ise İspanyanın belki de turnuva boyunca kendinden beklenen performansı gösterdiği ilk maç oldu bu karşılaşma. Ve sonunda finalin ismi heyecan vericiydi. Hollanda-İspanya...


 Uruguay      2 - 3            Hollanda      
 Almanya     0 - 1          İspanya

  
Final öncesi ilk heyecan üçüncülük maçında yaşandı. Her ne kadar  kendinden beklenilenin çok daha fazlasını başarmış olsa da Uruguaylılar üzgündü ve alınacak bir 3.lük madalyası onlar için çok daha kıymetliydi. Ayrıca gol krallığına oynayan Forlan da bir maç daha oynayacak olmanın sevincini de yaşıyor olabilirdi içinde. Almanlarda ise moraller o kadar bozuk değildi keza İspanya müthiş oynamıştı ve haklı bir galibiyet almıştı. Hem de bu bir yana 2006'da elde ettikleri 3.lük apoletini koruma şansları hala ellerindeydi. Tarihler 10 Temmuz'u gösterdiğinde ise Nelson Mandela Bay stadyumunda tribünlerdeki yerlerini alan 40 bin dolayındaki taraftarlar maçın başlama düdüğüyle beraber son maç hırsıyla saldıran iki takım gördüler. Heyecanlı maçtı ve beklenilmeyen bir şey olmadı maçta: ''Almanlar kazandı ve Forlan yine enfes bir gol attı.''. Almanlar 3.lüğü çılgınca kutlarken Brezilyalı Ronaldo'nun 16 gollük rekorunu kırmayı amaçlarken sakatlanıp maçta yer alamayan Klose ise buruk hissediyordu kendini. Ama diğer tarafta takım arkadaşı Muller henüz 20 yaşında bir dünya kupasında gol krallığı yarışında birinci sıradaydı. Bu yüzden finali bekleyen en heyecanlı Almandı belki de. Zira final maçında yer alacak Sneijder ve Villa bu ünvanın diğer adaylarıydı...


     Uruguay      2 - 3            Almanya

Takvim yaprağının arkasındaki fıkrayı okuduktan sonra gözümüzü takvime çevirdiğimizde karşımızda gördüğümüz 11 Temmuz'dan başka bir şey değildi. Yani final günü. Yani büyük gün!

Bu enfes maç öncesi daha önce iki defa oynadığı final maçında kupaya uzanamayan Hollanda'nın turuncu taraftarı ile ilk defa finale yükselme başarısı gösteren İspanya'nın ateşli amigoları  heyecanlıydı. Çünkü bu en iyilerin maçıydı ve çünkü olması gereken final buydu. İki taraf da kupayı çok istiyordu çünkü bu ilk olacaktı, bu en büyük olacaktı. Heyecan üst seviyedeydi. İki takımda da önemli bir eksik yoktu ve artık her şey hazırdı. Hollandalılar korkmuyordu ve teknik direktör Marwijk iyi futbol değil kupayı istiyorum derken, oyuncusu Kuyt da(köyt diye kuyunuz lütfen) Almanların düştüğü hataya düşmeyeceklerini ve İspanyollar'dan korkmadıklarını söylüyordu. Sonunda başlama saati geldi ve maç başladı. Dünyanın en iyi takımı olarak lanse edilen İspanya ile elemeler dahil tüm maçlarını kazanarak finale gelen Hollanda ilk dünya kupaları için mücadele ediyordu. Maç beklenildiği gibi heyecanlı ve kalitesi yüksekti. Sahada galibiyet isteyen iki güçlü takım ve birbirinden yetenekli oyuncular vardı. Pozisyonlar yaşandı, goller kaçtı, saçlar başlar yolundu ve kupayı uzatmaların son dakikalarında  İniesta'nın ayağından bulduğu golle İspanyollar kazandı. (Maçın analizini yapmıyorum zira birçok kişi yazdı ve aynı şeyleri tekrarlamak istemiyorum açıkçası..) Avrupa'dan sonra Dünya'nın da en büyüğü benim dediler herkese. Haklıydılar da, en iyisi onlar...


Notlar:

# Turnuvada Sneijder, Forlan ve Villa ile birlikte 5 golü bulunan 20'lik Muller daha fazla(3) asist yaptığı için gol krallığı tarışında öne çıkarak Altın Ayakkabı'nın sahibi oldu. Ayrıca turnuvanın En İyi Genç Oyuncusu ödülünün de sahibi kendisi seçilmiş... Sen kalk hiç kimse ismini bilmezken Bayern Münih gibi bir kulüpte ilk 11'e yerleş, tüm kupaları al, Şampiyonlar Ligi'nde final oyna sonra Dünya Kupası'na gidip orada gol kralı ol ve bunların hepsini 20 yaşında yap... Hayır hani genç futbolcular aç olur ya başarıya, Muller'e ne yapacaklar da motivasyonunu bozdurmayacak Almanlar bilemiyorum...

# Turnuvanın MVP'sine verilen Altın Top ödülü Forlan'ın oldu. Turnuvaya akredite olmuş medya mensuplarının oylarıyla yapılan değerlendirmede haklı bir ödül almış Diego Forlan. Hatta kendi adıma söyleyebilirim ki turnuvanın dördüncü Uruguay değil Forlan'dır :)

# Altın Eldiven ödülü Casillas'ın olmuş. Ama kusura bakmasın benim kalemin arkasında da Sara Carbonero olsa ben de alırdım Altın Eldiven'i =))

# Fair Play ödülüne İspanya layık görülmüş... Haketmedikleri bir şey yok ki.

# Grup maçlarını puansız kapatan takımlar Kamerun ve Kuzey Kore olmuş. Kamerun'un çöküşü...

# Herkes Messi ve Ronaldo derken adından söz ettirenler Muller ve Villa oldu. Ayrıca Sneijder, Özil, Robben gibi isimler de üst düzeyde performans gösterdiler...

# Aklıma takılan bir şey var. Acaba Ballack olsaydı Almanya'nın ve de Özil'in sonu nice olurdu? Hani kasten sakatladığı düşünülen Derek Boanteg iyilik mi yaptı acaba?



# Her şey bitti, şu sıcak günlerde futbolsuz ve de başı boş kaldık ama o vuvuzeladan kurtulduk ya değer...
Tamam abarttım farkındayım.

#Turnuvada olmayışımız bizi çok üzdü ve hala üzmeye devam ediyor. Şimdi düşünüyorum da motive olmuş bir Türkiye milli takımı çok şey yapabilirdi bu turnuvada. Aklıma oynadığımız şu İspanya maçları geliyor da, sahi iyi top oynadığımız elimizden kaçırdığımız İspanya karşısında kimler kimler aciz duruma düştü, yazık oldu...

Velhasılı kelam bir turnuva da böyece bitmiş oldu... Turnuva boyunca maç değerlendirmesi yapmadım biliyorum ama bunun tek sebebi zaten çokca yapılması ve sıkılmış olmanız olasılığıydı. Şimdi düşünüyorum da iyi ki de yapmamışım hani. Turnuvanın panaromasnı da ilerleyen günlerde yapmayı düşünüyorum, şu Academy ödüllerini bir dağıtalım öyle değil mi? Ama ilk başta : dı oskar gous tu futbol , leydiis en centılmın! Hakikaten seviyorum bu oyunu, bir keza daha anladım!

Transfer Kazanı # Ronaldinho (Mu?)

| 10.7.10


Adnan Polat'ın iki gün önceki basın toplasında çok net mesajları vardı, sözlerinde ve konuşmasının alt metninde... Bunlardan transferler olanları ise daha bir ilgi çekiciydi. Birincisi beş yabancı oyuncu alınacağını ve alınacak bu beş ismi kaliteli isimlerden oluşturacaklarını belirtti Başkan. Zira hem Rijkaard'ın isteklerini karşılamak, hem taraftarın beklentisini cevap vermek, hem de camiayı özellikle de sesi yükselen muhalefeti susturmak için gerekli olan bir atılımdı bu. Başkanın konuşmasındaki başka bir ayrı nokta ise misilleme meselesiydi. Malum Stoch transferinden sonra fazlasıyla yıprandı kulüp, özellikle de yönetim. Adnan Polat da Fenerbahçe'nin ayıbını dile getirirken aynı şeyin Fenerbahçe'nin de başına gelebileceğini, o zaman ki tepkilerini de görmek istediğini belirtti sözlerinde. Ha bu kimilerince sözgelimi söylenmişti kimilerince de gerçekten bir misilleme hamlesi olacaktı. Aslında çocuk oyuncağı değil bu işler, hani ben senin istediğini alırım, yok o zaman ben de gider şu istediğine teklif yaparım falan derken uzar gider mesele. Ama burada taraftar gururu ve prestij kaybı olunca mesele; iş de ciddiye biniyor ve sineye çekilebilecek noktadan uzaklaşıyor. Bu sebeple evet ben de bir misilleme ya da her neyse adı öyle bir şey bekliyorum. Ama tabi ortalıkta dönen Lugano, Semih gibi isimler gerçekçi gelmiyor doğal olarak. Başka bir şey, başka bir isim, daha güçlü bir isim...

Basında Krasic, Hazard ve Lugano isimleri üzerinde dört dönülürken bugün akşam saatlerinde Kanal A'da Galatasaray'ın Ronaldinho'yla büyük ölçüde anlaştığı haberi yer aldı. Ciddiye aldım mı? Bilmiyorum. Kanal A dediğimiz televizyon kanalı öyle abidik kubidik transfer haberleriyle ya da dedidkodularla öne çıkan bir medya kuruluşu değil bildiğim kadarıyla. Hani pek takip etmişliğim yoktur ama bir kötü tarafını da duymadım. Bir FoxSpor, StarSpor servisi gibi değiller yani. O zaman iki ihtimal beliriyor önümüzde. Ya biri söz konusu medya organının muhabirlerini feci şekilde yedi, ya da adamlar bomba gibi bir haberi herkeslerden önce kamuoyuna duyurarak büyük bir habercilik başarısına imza attı. Haberi ben de bir internet sitesinde izledim ve ilk başta inanmadım aslında. Hani yıllardır alıştık biz ' Ronaldinho uçakta, tüh rötar yaptı, valizi hazır yarın İstanbul'da, formaları basıldı bekliyor' tarzı habelere çünkü. Ama sonra birden kendi kendime 'ulan yoksa?' dedim içimden. Yoksa en parlak dönemlerini yaşadığı hocasına dönmek istemiş olabilir miydi Ronaldinho. Elbet maddi gücümüz normalde elvermezdi ama biraz paranın üstüne takasta birileri verilmiş olabilir miydi Milan'a. Bir Brezilyalı gönderip bir Brezilyalı mı getirecektik yoksa? Kafam hala karışık. Hala bir yandan imkansız ve de mantıksız, diğer bir yandan da harika ve de olabiliritesi yüksek geliyor. Hani sonuçta Milan'da bireysel olarak pek olmasa da kulüpsel bazda başarısız olmuş bir Ronaldinho; her ne kadar küs ayrılmış olsalar da,
eski hocasının yanında tıpkı eski zamanlardaki gibi birlikte yükselişe geçmek istemiş olamaz mı?
Neyse bekleyip göreceğiz. Ha bu arada öyle her dedikoduyu yazmıyorum  ve dillendirmiyorum bildiğiniz üzere ama bu habere kayıtsız kalamadım. Ne bileyim heyecanlanmak bir yana dedikodudan öte gibi geldi. Ama eğer doğruysa ve bu transfer gerçekleşirse her şey bir yana, daha dün formalarını bastırıp beklemeye geçtiler denilen Fenerbahçe'ye inanılmaz bir misilleme olacak, orası kesin. Acısı da unutulmaz üstelik yıllar boyu...


**Not: Bu yazı taslaklarda son halini almayı beklerken, Ronaldinho'nun gelebilme ihtmalini  sevgili Selocan da kendi blogunda zikretmiş. O da farklı bir yerden duymuş olacak ki KanalA adını zikretmemiş... Heyecanımı artıran bir başka neden de bu oldu aslında:). 
Bir şey bir yerden duyulursa dedikodu deyip geçmeli ama iki yerde geçiyorsa bi düşünmeli derim ve beklemeye geçerim arkadaş...

İsteyene haberin videosunu da verelim tam olsun:


Transfer # Lorik Cana

| 8.7.10
Önce teşekkür etmek lazım. Hem böyle bir oyuncuyu takıma kattıkları için hem de bu işi 4,5 Milyon € gibi nispeten az bir paraya hallettikleri için. Yönetim harika bir iş yaptı, tek kelimeyle harika!


Fazla methederek başladım biliyorum ama Lorik Cana'yı tanımayanlar maçlar başlayınca hak vereceklerdir. Hani tüm sezon boyunca tutturduk ya 'ruh' diye; işte alın size Ruh! denilecek adamdır Cana... Sahada canıyla başıyla mücadele eden, liderlik özellikleri en üst düzeyde olan, takım ruhunu sonuna kadar sergileyen bir oyuncu  Kosovalı... Hani Diarra, Kallstrom isimleri de harika, hatta belki onlardan da  takıma katılan olur ama Cana'nın yeri çok ayrı olacak bende, kim gelirse gelsin. Sadece bir transfer değil, adeta ilaç olacak takıma. O yumuşak, o en zayıf bölgemiz olarak gösterilen ortasahayı çekip toparlayacak adam, işte bu adam...Zira 24 yaşında Marsilya gibi bir kulüpte kaptanlığa getirilen, henüz ilk sezonunda Sunderland'da kaptanlığın teslim edildiği bir oyuncu nasıl olabilirdi ki zaten?


Cana'yı tanımayanlar için kısaca sert, güçlü ve agresif yapısıyla rakibi ısıran, teknik kapasitesi sınırlı olmasına rağmen oyunu harika okuyup yönlendirebilen, liderlik özellikleri çok üst seviyede olan, takımını yönetip kontrol eden harika bir defansif ortasaha oyuncusu diyebiliriz. Maçlarda çok fazla arkadaşlarına direkrif verirken veya defansı çizgiyi bozmaması  için sık sık uyarılarda bulunurken göreceksiniz emin olunuz ki. Bakmayın Sunderland'dan geldiğine Arsenal'in kapısından dönmüş ve hala çok yüksek piyasası olan biri Arnavut futbolcu.. Üstelik 26 yaşında henüz. İnanın 4,5 Milyon € gibi bir paraya alınmış olmasına aklım elvermiyor. Hani ilk dedikoduları çıktığında 8-9 Milyon € bayarız diye düşünüyordum kendi adıma. Şaşkın ve mutluyum... 

Bilen biliyor zaten de bilmeyenlerin de bunca övgüye hakvereceği günler yakındır:)) Hayırlı uğurlu olsun, kazasız, sakatsız olsun. Yolumuz açık olsun, şimdi diğer transferleri bekliyoruz bakalım...

Performans :

Olympique Marseille :     153 Maç /  7 Gol  /  8 Asist
Paris St. Germain :    75 Maç /  2 Gol    
Sunderland :    35   Maç 


Transfer Geçmişi:

09/10       Olympique Marseille    >>       Sunderland          
05/06       Paris St. Germain  >>   Olympique Marseille         
02/03       Paris St. Germain B >>    Paris St. Germain      
00/01       Schweiz Team Vaud U21 (Lausanne II) >>   Paris St. Germain B

Transfer Kazanı # Juan Pablo Pino

|
Efendim şu son birkaç günde transferdeki hareketlilik üst düzeye ulaştı. Tabi konu yabancı transferi olunca en büyük beklenti Galatasaray'dan, zira bugün de Adnan Polat 5 yabancı oyuncu alınacağı müjdesini verdi. Gündem isimlerle dalgalanadursun, bunlardan birkaç tanesi çok öne çıkıp dedikodu boyutunu aşmış gibi görünüyor. Juan Pablo Pino da bu isimlerden biri..

Monaco'da forma giyen 23 yaşındaki Kolombiyalı'yı öyle heyecan verecek bir transfer gibi görmese de çoğu kimse, beni inanılmaz heyecanlandıran bir transfer olacak gerçekleşirse eğer... Dos Santos ayarında ama ondan daha güçlü bir futbolcu Pino ve maliyeti daha ucuz. Yaşadığı sakatlık olmasa kariyer anlamında şuan çok daha yüksek bir noktada olabilirdi. Keza şuanda bile Liverpool, Arsenal gibi takımların takibinde olduğu söyleniyor. Daha önce Dos Santos'un kalması gerektiği söylemiştim blogda potansiyeli bakımından ama eğer Pino gelecekse Santos gidebilir kanımca(zaten gitti de neyse). Hem daha makul bir isim olur Pino maliyeti bakımından zira DosSantos için istenen ücret 7-8 Milyon € civarında.

Pino'yu daha ayrıntılı konuşmamız gerekirse ülkesinin Independiente Medellín takımının alt yapısında yetişmiş ve Paraguay'da düzenlenen Güney Amerika U20 Şampiyonasında gösterdiği performansla Avrupa kulüplerinin dikkatini çekmiş. Sonrasında da 3 Milyon € bonservis ücretiyle Fransa'nın Monaco kulübünün yolunu tutmuş genç futbolcu ve 3,5 sezondur kadrosunda bulunuyor Fransız ekibinin. Lakin altı aylık bir Cherleoi macerası da var kiralık olarak... Performansına gelirsek Monaco'da 68 Maç / 7 Gol gibi bir istatistiği var genç oyuncunun. Elbette beklenen performansı bu değil ama bunda yaşadığı büyük sakatlığın da etkisi var diye söylenebilir. Ama sakatlığın etkisinden kurtulduğunu ve eski pereformansına geri döndüğünü Monaco'nun son maçlarında oynadığı oyuna bakarak görebiliriz...

Özelliklerine gelince de kısaca Dos Santos tarzında bir oyuncu diyebiliriz. Yani hızlı, driplingi olan, bileklerine hakim, futbol zekası ve teknik kapasitesi çok yüksek, ofansif her bölgede oynayabilecek kapasitede bir oyuncu. Ama ben Santos'dan daha güçlü olduğunu daha doğrusu daha ayakta durabildiğini düşünüyorum. Kısacası Süperlig'de süper işler yapabilecek özellikte bir oyuncu Kolombiyalı. Tıpkı Stoch, Dos Santos gibi...

Bakalım kadroya katıldığı haberini duyacak mıyız? Gerçekleştiği takdirde tekrar söylenecek şeyler mutlaka olacaktır,şimdilik söylenecek çok şey iyi bir transfer olacağı yönünde. Tabi maliyeti az olduğu takdirde...

Doğum Tarihi: 30.03.1987
Yeri: Cartagena -
Yaş: 23
Boy: 1,76
Uyruk: - Kolombiya

Keita da Gitti, Hayırdır İnşallah

| 6.7.10

Çalımları, şutları, golleri vs vs bir yana agresif tavrını bile sevdiğim bir adamdır Keita. Yok efendim ahlaksızmış? Lugano'yla Bilica'yla mukayese ettiin mi mahallenin süt çocuğu gibi kalır Keita, hem bize de lazım böyle adamlar, öyle yumuşak olmamak lazım bir yerde. Neyse ki bugün takımdan ayrıldı Keita ama tabi gitmesinin sebebi bu agresif ya da ahlaksız tavırları değil, maddi sebepler.. Ha belki bir kılıf aramak isterse öyle lanse edebilir yönetim ama 29 yaşında bir futbolcuya bir daha 8,5 Milyon € gibi bir parayı kimsenin vermeyeceğini bildiklerinden hemen onay vermişler transfere. Ayrıca Rijkaard'ın da buna pek üzüldüğünü sanmıyorum lakin 4-3-3 gibi bir sisteme çok uymakla beraber aslında Rijkaard'ın sistemine uyan biri değildi Keita. Hatta belki de sistemi sekteye uğratan taraflardan biriydi. Zira Keita görev adamı değil, vereceksin topu ona Keita gidecek, vereceksin topu ona Keita atacak. Ama Keita da her zaman form istikrarı olan bir oyuncu değil ne yazık ki. Velhasıl kelam gitmesine üzüldüm Keita'nın sahiden o enfes çalımları çizgiye inip top çevirişleri, absürt gollerini özleyeceğim ama genel anlamda mantıksız bir hareket diye görmüyorum. Keza şuanda yönetimin oyuncu satışından elde ettiği kar 12 Milyon € civarında. Ee 8 Milyon € da normal transfer bütçesi diye düşünürsek, şuan elde 20 Milyon €'luk dev bir bütçe var, yani bir bekleyip görmek lazım yeni transferleri.... Bu arada da kadroda yine revizyona gittik, son üç senede olduğu gibi, hadi hayırlısı...

Günün Şarkısı || Placebo - Love Theme (Romeo & Juliet)

|
Efendim Placebo'ya bayılırım lakin şu parçaya ayrı bir bayılırım. Dinleyin... Mümkünse sessiz bir yerde yüksek sesle...
Bu arada video youtube'dan oldugu için ara ara görünmüyor..

Hayat Sana Güzel Casillas

|


Efendim öyle abaza veya apaçi bir zat değilimdir beni yanlış anlamayın sakın ola ama hatun çok güzel değil mi sizce de? ... ve şu Iker cidden kıskanılacak adam yahu :))

Günün Karikatürü #28 || Akıllı Bebek

| 5.7.10

Haldun Üstünel Meselesi Üzerine

|
In Haldun we trust dendi, sihirbaz dendi, en büyük transfer dendi, geleceğin başkanı dendi... Ama ne dendiyse yaramadı modern görünüşlü at kuyruklu sevgili yöneticimize. Son iki sezonda patlatılan transfer bombalarının arkasında hep o vardı oysa ki. Her gelen futbolcu; Neden burdasın? sorusuna, Haldun Bey'in yaklaşımı, anlattıkları  vs vs dedi...Yani sahiden de bir sihirbazlık vardı adamda. Zira Elano, Keita, Kewell gibi isimler Galatasaray'a gelmedikleri takdirde kötü takımlarda top koşturacak adamlar değil, piyasaları olan iyi topçular hepsi...

Biz Galatasaraylılar için son iki sezondaki transfer dönemleri bir hayli heyecanlı ve mutlu geçti. Önce Baros, Kewell, Meira sonra Elano, Keita, Dos Santos, Jo...Kağıt üzerinde baktığımızda harika isimler. Hatta canlı yayında şöyle demişti Murat Kosova: 'Bu takımı Football Manager'de bile kuramazsınız sevgili seyirciler...'

Ama her şey transfer etmekle bitmiyor tabi. Bu işin doku uyumu var, taktik uyumu var, kültür uyumu var, vakit ihtiyacı var. Var da var! Peki biz de ne var? Anlayışsızlık var, öngörüsüzlük var, at gözlüğü var ve belki de en önemlisi sabırsızlık var... İşte bu yüzden dün kahraman yaptığımız adam bugün kulüpten kopacak noktaya geldi. Bu söylediklerim taraftar bazında değil tabi, yönetim ve camianın önde gelenleri(hastayım şu terime de) arasındaki durum bu. Belki birileri çekemedi o tezahüratları, belki birilerini koltuk sevdası sardı, belki de rahatsız olanlar oldu Galatasaray'ın güçlenmesinden... Ama şöyle bir şey var ki yine olan Galatasaray'a oldu. Adnan Polat'le Haldun Üstünel'in arasından su sızmazken durum niye bu hale geldi, neden Adnan Polat ona destek çıkacekken ''dinlenmeye ihtiyacı var'' dedi bilemiyorum ama orta vadede iyi şeyler olmayacağı kesin... Hatta bir Hakan Bilal Kutlualp-Aziz Yıldırım kavgasının benzerini görebilme ihtimalimiz bile var gelecek zamanlarda. Ama tabi Adnan Polat, Aziz Yıldırım kadar güçlü mü camiada, orası meçhul işte. Tek aşikar olan şey, mevcut yönetimin de Galatasaray'ın da zarar gördüğü. Çünkü Haldun Üstünel'in arkasında içinden geldiği tribünler var, ama Polat'ın arkasında bir tüzük kongresinde çoğunluğu sağlamayı zorlaştıracak kadar güçlü bir muhalefet var. Bekleyip, göreceğiz neler olacağını ama kesin olan bir şey var ki birileri Haldun Üstünel'den feci rahatsız olmuş...

Sezonun Kaderini Değiştiren Takım || Real Madrid

| 4.7.10
2009 yaz transfer döneminde yeniden başkan seçildiği Real Madrid'de birbiri ardına transfer bombaları patlattı Perez. Ronaldo, Kaka, Benzema, Alonso, Albiol gibi bir çok yıldız takıma katılınca bazı isimlere de yol gözüktü. İşte o yol gözüken isimler şu bir senede futbolun kaderini çizdiler. Evet belki bazılarınız olayı çok basite indirgediğimi ya da basit bir tesadüfü abarttığımı söyleyebilir ama bu gözardı edilebilecek bir şey değil kanımca, tesadüfse bile... Bahsettiğimiz isimler Sneijder ve Robben...

Ronaldo ve Kaka'nın gelmesiyle Robben B.Munih'in yolunu tutarken Sneijder de Mourinho'nun Inter'ınde buldu kendini bir anda. İşte bu iki Hollandalı kulüplerinde kariyerlerinin en iyi sezonları yaşarken, eski takımları Real Madrid ve onun yeni yıldızları Kaka ve Ronaldo ise hayalkırıklığıyla dolu bir sezonu geride bırakıyor...

Sneijder henüz ilk sezonunda takımı Inter'in en önemli isimlerinden biri oldu ve Şampiyonlar Ligi dahil tüm kulvarlarda şampiyonluk yaşayıp kariyerinde zirve yaptı.


Aynı şekilde Robben de Bayern Munih'te Rıbery'den bile daha fazla öne çıktı ve yine sezon içindeki tüm kupalara sahip olup Şampiyonlar Ligi'nde de final oynadı. Yine bu ikili yer aldıkları Hollanda milli takımıyla elemeleri puan kaybına uğramadan geçip geldikleri Afrika'da da tüm maçlarını kazanarak yarı finale adlarını yazdırdılar... Anlayacağınız tarih yazmaya devam ediyorlar...

Diğer tarafta ise Barcelona'yla giriştiği şampiyonluk yarışında geride kalan Real Madrid; Şampiyonlar Ligi'nde erken havlu attı ve sezonu kupasız tamamladı. Kaka son yıllardaki en verimsiz sezonunu yaşarken, Ronaldo da hatrısayılır goller atmasına rağmen bir numaralı rakibi Messi'nin gerisinde kaldı. Aynı şekilde Dünya Kupası'nda favori milli takımlar içerisinde yer alan bu ikili yarıfinal bile göremeden evlerinin yolunu tuttular...

Evet belki tesadüf belki şans. Ama kesin olan bir şey var ki, o da bu adamlar bu sonucu hakedecek kadar yetenekli ve iyi futbolcular. Ve klişedir ya futbol tanrısı falan filan. İşte varsa öyle bir şey gerçekten, göz yummadı bu iki Hollandalı'nın sessiz gidişine, olan sadece bu...

Günün Karikatürü #27 || Meteroloji

| 1.7.10


Diğer şehirleri bilmem de İzmir'de yanıyoruz biz  :))
Yiğit Özgür'den yine..
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
 

Copyright © 2010 AcademyLion